Epigenetik Mikrobiyota İlişkisi

     Derimiz nasıl bedenimiz için bariyer görevi görüyorsa, ağız, yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak ve anüs ile sonlanan sindirim kanalımızda aynı işlevi görür. Temelde  mekanizma benzerdir. Cilt florası (cilt mikrobiyotası), deri ve mukozalarda bulunan mikroorganizmaların tümüne verilen addır. Stres, yaşam sitilindeki değişiklik, ilaçlar gibi faktörler cilt florasının dengesini bozar. Bu denge mükemmel bir uyum ile birlikte yaşadığımız mikroorganizmaların yerine patojen (hastalık yapıcı) olanların sayıca artması lehine bozulur. Başlangıç noktası ise sindirim kanalımızdaki mikrobiyota dengesinin bozulmasıdır ki, bu durum disbiyozis olarak adlandırılır.  SIBO (Small Intestinal Bacterial Overgrowth), ince bağırsakta bulunan bakterilerin olması gerekenden daha fazla sayıda kolonize olması durumudur. Bu durum daha çok bulantı, kusma, diyare, şişkinlik, hazımsızlık şikayetleri ile ilişkilendirilse de, son yıllarda anlaşıldı ki, sindirim sistemi şikayeti olmadan, eklem ağrısı, kilo kaybı, kronik yorgunluk, akne, rosacea, depresyon gibi rahatsızlıklarında temel sebebi olabiliyor.

    Bağırsak mikrobiyotası, vücudumuzda en az bir organ kadar işlevseldir. Mikrobiyotamız hem ince hemde kalın bağırsağımızın sağlıklı yapıda olmasında çok önemlidir. Sindirim sistemimiz sağlıklı çalışıyor ise ki, en önemli belirteçlerinden biri mide asitimizdir. Mide asitinin etkisiyle bu ortamda çok fazla sayı ve çeşitlilikte mikrobiyota oluşamaz. Sindirim kanalında distale ilerledikçe yani mide asitinin etkisinin azalıp, asit ortamın alkali ortama doğru değişmesiyle gerekli çeşitlilik sağlanır. İşte bu dağılım ve çeşitliliğin dengesinin bozulması neredeyse tüm hastalıkların kök sebebidir.

   Bağırsak iç yüzeyi, endotel adı verilen tek sıralı yassı epitel hücresi ile kaplıdır. Sindirim işlevi gerçekleşen gıdalar ve ilaçlar bu hücreler arasından emilerek kan ile vücudun ihtiyaç duyduğu bölgelere ulaştırılır. Bu tek sıralı epitelin altında  immün sistemimimizin neredeyse  %80’i bulunmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere immün sistemimizin dengede reaksiyonlar oluşturması, sindirim sistemimizin yapı ve işlevsel olarak sağlıklı olması ile yakından ilişkilidir.

Mikrobiyotamız işin içine nasıl dahil oluyor?

İnce bağırsağın kısımları olan duodenum, jejunum ve ileum da sindirim ve absorbsiyon (gıdaların sindirim işlemi sonucu oluşan mikrobesinlerin , vücudumuzda ihtiyaç duyulan bölgelere ulaştırılmak üzere emilmesi) oluşuyor. Gıdaların fermentasyon işlemi ise kalın barsağın görevi. Burada herhangi bir karbonhidratın fermentasyonu sonucu hidrojen ya da metan gazı üretilir. İşte kolonda olması gereken fermentasyon olayı mikrobiyotanın dağılım ve çeşitlilik dengesi bozulduğunda ince bağırsakta olur. Kısaca SIBO sonucu görülen sindirim sistemi rahatsızlıklarını bu şekilde açıklayabiliriz.

    Diğer belirtilerin sebeplerine gelirsek, mikrobiyota ile birlikte gıda sindirimindeki dengenin de bozulması mikrobesinlerin emilimini olumsuz etkiliyor, vitamin eksiklikleri ve protein kayıpları oluşuyor. Mikrobiyal fermentasyon sonucu oluşan kısa zincirli yağ asitlerinin (SCFAs), Butyrat, Propianate, Acetat’ın (postbiyotiklerin) aracı olduğu moleküler yapı immün sistemimizin sağlıklı çalışmasında da rol oynuyor. Herbirimizde bize özel olan genetik bilginin doğru ifadelenmesinde olumlu katkısı var, yani olumlu epigenetik değişiklik yapıyorlar. Üstelik tüm bunlar bağırsak hücrelerimizin çekirdeğinde, genetik bilgimizin bulunduğu bölgeyi etkileyerek yapılıyor. Bu sistemin doğru çalışmaması, genetik ifadelenmenin ve bağışıklık sisteminin aksamasına yol açar. İyi haber bu durum değiştirilebilir.

   Son yıllarda yapılan çalışmalar gösteriyor ki, mikrobiyom yapımız, genitiğimiz ile ilgili ipuçlarını da içeriyor. İnsan genomu ve bağırsak mikrobiyomunun dizilişini takiben, Mikrobiyom ile İlişkili Varyantlar (MAV) keşfedildi. Bu genetik varyantlar ya mikrobiyom bileşimleri ya da bağırsaktaki belirli mikroorganizmaların nisbi bolluğu ile ilişkilendirilmiştir.

   Nütrigenetik (genlere göre beslenme) temelli epigenetik yaklaşım ile hangi besinlerin genetik yapımızda olumlu değişiklikler yapacağını bilip, daha az tolere edebileceğimiz besinlerin tüketiminde dikkatli olarak, mikrobiyotamızın ile uyum içinde yaşayabiliriz.

    Genetik varyasyonlar ve risk faktörleri belirlendikten sonra, Mikrobiyota analizi ile güncel sağlık durumu değerlendirililerek, mikrobiyata dağılımı ve çeşitliliğini sağlıklı düzeye yani dengeye getirmek mümkündür.

Nütrigenetiğinize uygun bir besleme planınız varsa,aynı zamanda detoksifikasyon sisteminizi, duygu durumunuzu ve stres yönetiminizi de destekler ki, bu da uyku kaliteniz ile yakından ilişkilidir hadi bir de genetik varyasyonlarınıza uygun egzersiz planınızı yapalım.

Şimdi sıra sizde…..


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir